1 Haziran 2011 Çarşamba

zaten tek başıma film izlemeyi sevmiyorum

ara sıra esen rüzgar, saçlarını havalandırıyor. rüzgar gittiği yönden sıkılınca saçlarını tekrar omuzlarının üzerine düşüyor hızlı ama yumuşak şekilde. bu duygu hoşuna gidiyor
...
oturduğum yer tanıdık. yer güzel ama hava hala biraz serin diye düşünüyorum. yanımdaki ceketi giymek istiyorum ama üşeniyorum, belki de kendimi cezalandırıyorum neden bilmem. rüzgar tişörtümden içeri girip "ben buradayım yaz hala gelmedi" diyor.

ürperiyor ama pek önemsemiyorum, ara sıra oturduğum bankın üzerinde yanımda duran cekete tekrar bakıp "çok üşürsem giyerim nasılsa" diye çocuksu bi eda ile kendimi rahatlatıyorum.
cebimden tabakayı çıkarıp o rüzgarda zor olacağını bile bile sigara sarmaya çalışıyorum. karanlık havada ara sıra geçen tekneler benimle dalga geçer gibi sesler çıkarıyorlar. umursamıyorum, hazırlıklıyım daha önce de yaptım deyip devam ediyorum. döke saça da olsa sarıp zorla yakıyorum.

bu tanıdık yerde o sıra yalnız olmak önce garip geliyor ama sonra düşünüyorum.. "denedim" diye geçiriyorum içimden. "uğraştım..istedim" vs. ama çekimini yaptığım her fiil bana dönüyor. "ee sorun da bundaydı zaten.." deyip zehirli dumanı üfleyerek gülümsüyorum kendi kendime. rahatlıyorum çünkü biraz.

tanıdık yerin bıraktığı hüzün yavaşça o rahatlığa dönüşüyor. bu sefer temiz havayı çekiyorum içime, niyeyse o sırada huzurluyum. yine klişe bir sahne ama ileriye doğru umutla bakıyorum.
sanki arkadan birisi "kestik..güzel sahne oldu, yarım saat ara sonra diğer sahneye geçeceğiz!" diyecekmiş gibi geliyor. tekrar gülümsüyorum.

biraz uzaktaki cafe den tanıdık bir şarkının tınıları geliyor, eski ama bilindik bir parça. biraz daha açsalar ya sesini diye geçiriyorum içimden: istanbul
açmıyorlar..

o sırada güzel bir koku geliyor burnuma belli belirsiz; hemen dikkatimi çekiyor. çünkü koku önemlidir. etikettir. gayri ihtiyarı sağa sola bakınıyorum takip eder gibi. sağ tarafımda az ileride omuzlardan aşağı dökülen saçları görüyorum. saçların sahibesi, boynu ile omzunun birleştiği yere -ki en güzel yerlerden biridir- değen saçlarından gıdıklanmış olucak, ara sıra eliyle geriye atıyor hatta savuruyor.

yüzünü seçmeye çalışıyorum ama başaramıyorum. kuvvetle muhtemel o salınımı her yaptığında kokusu dağılıyor. şaşırıyorum.. vücut dili, başının duruşu, etrafı süzüşü falan bir şeyler düşündüğünü belli ediyor. lakin çok da dikkatli bakamıyorum. ne o öyle, karşı cinsi keser gibi bakmak; pek adetim olmadığı için başımı çeviriyorum ama merak da ediyorum. göz ucuya ara sıra bakıyorum. arkasını dönüp bir şeyler arıyormuş gibi etrafı süzüyor, sonra vazgeçip dönüyor.

o sırada aklıma henüz izlemediğim bir film geliyor, iç çekiyorum eve dönmeden gitsem mi acaba diye düşünüyorum, fakat kolumdaki saat beni düzeltiyor: "geç olmuş". zaten tek başıma film izlemeyi sevmiyorum..