12 Ağustos 2016 Cuma

Rüzgara Karşı Yürüyen Adam

ankara'da ataturk kultur merkezi'nin bahcesine dikilen nazim hikmet yontusunun acilis toreni, 9 aralik 1995 cumartesi gunu, kultur bakani fikri saglar'in katilimiyla yapildi. torende nazim hikmet kultur ve sanat vakfi baskani, turkiye yazarlar sendikasi baskani, 68'liler birligi genel baskani, aydinlar, sanatcilar yer aldilar.

azeri yoncutu sait rustem, sairin otuz kirk yaslarindaki gorunumunu yansitan, 3 metre 20 santim boyundaki bronz yapitina ''ruzgara karsi yuruyen adam'' adini vermis.
solr bir yontu;
saclar ruzgarda... gozlerini kismis, ilerilere dogru bakiyor. paltosunun yakalari kalkik, ama onu iliklenmemis. atkisi yok. gomleginin biraz dik, biraz da bol yakasindan bir boyunbagi sarkiyor. orme bir boyunbagi vardi, o olsa gerek. sol elinde bir kitap. sag elinin parmaklari acik, bir sey yapmaya hazirlaniyor gibi. belki de paltosunun onunu ilikleyecek. ama bakislari butunuyle disa donuk, hazirlandigi davranis kendisiyle ilgili olmasa gerek. pantolonunun pacalari ayakkabilarinin ustune duserken onde kivrim yapmis. fotografta ayakkabilari secilmiyor, denizcilik okullarinda giyilen maskaratasiz ayakkabilari severdi.

elindeki kitap kimin acaba? gorki, lenin, tolstoy? kendisinin oyle kalin bir kitabi yok o gunlerde.

memleketimden insan manzaralari daha yazilmadi, tasarlanmadi bile. yil 1938. ankara cezaevi. otuz alti yasinda yontudaki yasi. ama ilerde de basildigini goremeyecek, hicbir zaman eline alamayacak onu.

sair olurken 537 sayfalik dev yapitinin, bir gun basilip basilamayacagini degil, bir yerlerde butunuyle saklanip saklanamadigi bile bilmiyordu.
ne acı!

bence elindeki kitap lenin'in. sevket sureyya aydemir, tam takim lenin'in butun yapitlarini vermisti nazim'a, onlardan biri olabilir. ama elinde rusca kitapla da sokaklarda dolasilmaz ki. larousse ble alinip goturuluyor evlerden o yillarda.
o yillar. ne o yillari!
benden de behcet necatigil'in en/cam'ini almislardi hani butun kent hep birlikte arandigimizda.

bu yontu konusu nicedir dusunmedigim bircok seyi yeniden dusunmeme yol acti.
kafamda cagrisimlar birbirinin ustune yigiliyor.
ne guzel siirlerdir 1938'de ankara cezaevi'nde yazdigi o uc siir, ''tecritteki adamin mektuplari''

1
senin adini
kol saatimin kayisina tirnagimla kazidim
malum ya, bulundugum yerde
ne sapi sedefli bir caki var
(bizlere alatı-katıa verilmez)
ne de basi bulutlarda bir cinar

2
disarda bahar geldi karicigim, bahar
disarda, bozkirin ustunde birdenbire
taze toprak kokusu, kus sesleri ve saire

3
bugun pazar
bugun beni ilk defa gunese cikardilar

azeri yontucu sait rustem sairin otuz kirk yaslarindaki goruntusunu betimlerken o yillarda yazdigi siirlerinden degil de, cok daha once, 1929'da yirmi yedi yasindayken yazdigi bir siirinden esinlenmis. ''ruzgara karsi yuruyen adam'' deyince insan hemen ''yuruyen adam''i animsiyor.

alni yukarda
kirmizi boyun atkisi ruzgarda yuruyor
yuruyor adim adim
yuruyor agir agir yuruyor

yoncutucun bu sirden etkilendigi acik. yalnizca kirmizi boyun atkisi eksik.

nazim hikmet, 1938'den 1950'ye, cezaevlerinde gecirdigi on iki yilin ilk yarisini sanki tecritte gibi yasadi. anasi, karisi, kardesi, yakin akrabalari, ali fuat cebesoy'un bagislanma dilekceleri yazdirmak icin gonderdigi bakanlik gorevlileri, hasan ali yucel'in opera librettolari uzerinde birlikte calissinlar diye gonderdigi hasan ferit alnar gibi birkac kisi disinda hic kimse, onu gormeye gitmeyi goze alamadi.

degil nazim'i gormeye gitmek, ondan bir haber almak icin yakinlarini aramaya bile cekinirdi insanlar. piraye'yi yolda gorup gormezlikten gelmek dogal bir uygulamaydi. ya ara sokaklara sapilir, ya dukkanlara girilir, ya da dalgin adam tavri takinilirdi.

kimse kimseyi suclamayi da dusunmezdi bu yuzden. piraye alismis, baska bir davranis beklemez olmustu. oylesine ki kopru ustunde nizamettin nazif'le karsilasip konusmalarinin oykusu evde kahkahalarla, ''deli nizam iste!'' diye anlatilirdi.

soyle;
piraye kopru ustunde eminonu'nden karakoy'e dogru yuruyormus. bakmis karsidan nizamettin nazif geliyor. gordugumu belli etmeyeyim de rahat rahat gecip gitsin diye dusunmus. basi onune egik ilerlerken nizamettin nazif'in yanindan gecisini goz ucuyla izlemis. tamam gecti diye dusunmesine kalmadan arkasindan bir nara yukselmis;
''piraaayeee!''
bir de donmus ki, nizamettin nazif kollarini havaya dogru acmis, bes metre oteden bagiriyor;
''piraye, nasilsin, bu ne dalginlik! ne yapiyorsun? deli oglan nasil?''
kopruden gecenler onlara bakiyorlar.

nizamettin nazif durusunu degistirmeye hic niyetli degil, en yuksek perdeden konusmayi surdurecek. piraye ona dogru ilerlemis sesini alcaltsin diye. o gene herkese duyurarak nazim'i sormus, haber almis, selamlar soylemis, ayrilmislar.
''deli nizam işte!''
basina neler gelebilecegini dusunemiyor.

yontunun altligina ''ulkemizin unlu sairlerinden nazim hikmet ran 1902-1963'' yazmislar. her sairin yontusunda var midir boyle bir aciklama? demek nazim icin gerekli. sair oldugu, unlu oldugu, ulkemizin insani oldugu belirtilmis. belirtmek geregi duyulmus.

insanoglu bu. en icten gorundugumuz zamanlarda bile kafamizin arkasinda ne kaygilar tasiyoruz. oysa pek az insan memleketini nazim kadar karsilik beklemeden, onun kadar ozveriyle sevebilmistir.

dizboyu karli bir gece, sofradan kaldirilip, polis otomobiline bindirilip, bir trenle gonderilerek, nicin, neden, ne amacla oldugunu bilmeden, anlamadan, cikaramadan, bir odaya kapatilan bir insan dusunun, hicbir suc islememis, ne olabilir sorusuna bir karsilik yok kafasinda, bir kafka romani yasiyor, ne olacagi, isin sonunun nereye varacagi belirsiz.

boyle korkunc bir bunalim insani her seyden uzaklastirabilir. ne memleket, ne insanlar, hicbir eyin degeri kalmaz. nazim hikmet ise cezaevinde, belirsizlikler ustunde yasarken su satirlari yaziyor;

memleketimi seviyorum
cinarlarinda kolan vurdum, hapishanelerinde yattim
hicbir sey gideremez ic sikintimi
memleketimin sarkilari ve tutunu gibi

ulkemizin insani nazim hikmet.

kaynak: biçemden biçeme